Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

22 Ocak 2014 Çarşamba

Osman Bedreddin-i Erzurumî’nin Nüzhet Dede ile Mektuplaşmaları


Osman Bedreddin-i Erzurumî’nin Nüzhet Dede ile Mektuplaşmaları
                                                               
 
            İnsanoğlu henüz fizikî olarak yaratılmadan önce, ruhlar âleminde elest meclisinde (bezm-i elest) Alllah'ın "Elestü birabbiküm" (Ben sizin Rabbiniz değil miyim?) sorusu üzerine "belâ" (evet) Rabbimizsin cevabını verdikten sonra, içinde bulunduğu maddî dünya hayatı içinde Rabbine verdiği bu sözü unutarak nefsinin esiri olmuştur. Cenâb-ı Allah kullarının kendisine verdiği bu sözü hatırlatmak amacıyla başta peygamberler olmak üzere "veli" dediği kullarını görevlendirmiştir. Bir bakıma uyarıcı ve yol gösterici (irşâd)görevi gören bu veliler belli bir zaman süresinde Allah'ın şeriatını yaymaktan öte daha üst düzeyde bir misyon yüklenmişlerdir. Çok sayıda tanımı olan, düşünüş, duyuş ve yaşayış sistemini ihtiva eden ve genel olarak “tasavvuf” adıyla ifade edilen bu misyon, daha çok insanoğlunun şeriatı eksen alarak yaratanını arama ve bulma çabası çerçevesinde şekillenmiştir.

            Tasavvufun ortaya çıkışından günümüze kadarki geçen süre içerisinde bir çok tanımı yapılmıştır. Örneğin Cüneyd-i Bağdadî’ye göre tasavvuf “mûtû kable entemûtu” (ölmeden önce ölünüz) sırrı gereğince nefsin heves ve hazlardan feragat etmesidir. Bir başka tanımında ise tasavvuf “Hakk’ın seni senden gidermesi ve kendisiyle ihya etmesidir” der. Gazali’ye göre ise “kalbi Hakk’a bağlayıp mâsivâ ile ilgiyi kesmektir.” buraya alamayacağımız kadar çok sayıda tanımı yapılan tasavvuf, ana hatlarıyla tahalluk(ahlaklanma) ve tahakkuk(Hakk’ı isimlerinin suretleri ile alemde seyr etme)’u konu ve Allah ve Resul’ünün ahlakıyla ahlaklanmayı gaye edinen bir sistemdir. İster tanımlarında olsun isterse konu ve gayesinde olsun, tasavvufun birinci derecedeki hedefi ahlaktır. Yani kişinin teoride Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de ana hatlarını belirlediği ve pratikte de Hz. Peygamber’in   en güzel bir şekilde uyguladığı ahlakı yaşamasını hedefler. Kuşkusuz insanoğlu asıl  mücadelesini nefsiyle yapmaktadır. Çünkü nefis onu hedeflenen noktaya ulaşmaması için elinden gelen her türlü fenalığı yapan en büyük engeldir. İnsan içinde yaşadığı sıkıntılı ortamdan, sosyal ve ekonomik şartlardan etkilenerek nefsinin esiri olabilir ve çeşitli kötülüklerle yüz yüze kalabilir. Bu belki de acizliğinin işaretidir.

           Bu yazımızın konusu Erzurum’da doğup büyüyen, daha sonra askerlik görevi sırasında bir vesileyle Elazığ ili Palu ilçesinde ikamet eden Nakşibendi şeyhi Mahmud-ı Saminî’den icazet alan ve birkaç yerde halkı irşad etmeye çalışan yirminci yüzyılın başlarında yetişmiş Osman Bedreddin-i Erzurumî (İmam Efendi)’nin aynı zamanda müridi olan Nüzhet Dede’yle birbirlerine yazmış oldukları manzum mektuplardır. Şiirlere geçmeden önce söz konusu iki şahıs hakkında kısa da olsa bir bilgi vermek gerekir.

            Osman Bedreddin 1856 yılında Erzurum’da doğmuştur. İleriki hayatında büyük bir insan-ı kâmil olmasının temellerini, o devrin önde gelen ilim ve irfan sahibi şahsiyetlerinden biri olan babası Selman Sükutî Efendi’den almıştır. Henüz dokuz yaşındayken Kur’ân-ı Kerim’i hıfzetmiş, on yaşından itibaren de bir çok zahirî ve batinî ilmi tahsil etmiştir.

            1877-1878 yılları arasındaki (93 harbi) Osmanlı-Rus savaşı esnasında zor duruma düşen Osmanlı ordusu ve Erzurum halkı 8 Kasım 1877 gününün sabah namazında Ayaz Paşa Cami-i Şerifinden okunan ezanın kıvılcımıyla büyük bir ateş haline gelir ve Rusları gerisin geriye püskürtür. O olağanüstü zaferin ilk kıvılcımını çakan Osman Bedreddin’dir. Ordu komutanı Gazi Ahmed Muhtar Paşa da genç müezzini 28.Alay 3. Tabur imamlığına getirir. O günden itibaren de Osman Bedreddin İmam Efendi diye anılır.

            Taburunun Diyarbakır’daki görevi sırasında gördüğü bir rüyanın üzerine Elazığ(Elaziz)’ın Palu ilçesine gider ve o devrin önde gelen nakşi şeyhlerinden Seyyid Mahmud-ı Saminî’ye intisap eder, onun sohbetlerine katılır, şeyhinin manevi terbiyesi içerisinde seyr ü sülûkunu tamamlar, icazetini alır ve taburunun bulunduğu Çemişgezek ilçesine gider. Çemişgezek’te artık tıpkı şeyhi gibi farklı bir görev icra etmeye başlar.

            15 sene kadar Çemişgezek ve civarında halkı irşad etmeye çalışan İmam efendi, yine şeyhinin işaretiyle Harput’a gelir ve hac farizası dışında 1924 yılında vefat edene kadar ömrünün geri kalan kısmını burada geçirir.

            Kuşkusuz tam bir insan-ı kâmil ve mutasavvıf olan İmam Efendi’nin edebi kişiliği üzerine söylenecek sözlerin yine tasavvufî bir çerçevede kalacağı kaçınılmazdır. Buna rağmen elimizdeki mevcut şiirlerinden yola çıkarak onun şiire, aruza olan hakimiyetini de göz önünde bulundurarak bir kaç söz söylememiz gerekir:

            Osman Bedreddin-i Erzurumî şiirlerinde Bedreddin isminden mülhem Bedri mahlasını kullanmıştır. Şiirleri ancak küçük bir divançe çapındadır. Şiirlerinin çoğunluğu musammat gazel(halk şiirindeki koşma) tarzındadır. Bu tür şiirler daha çok aruzun müstef‘ilün/müstef‘ilün/müstef‘ilün/müstef‘ilün kalıbında yazılmışlardır ve gerektiğinde müstef‘ilün/müstef‘ilün kalıbına dönüştürülerek dörtlük haline de gelebilmektedirler.Mevcut şiirlerinden anlaşıldığı kadarıyla Osman Bedreddin-i Erzurumî aruzu başarıyla kullanmıştır. Şiirlerinin çoğu dinî-tasavvufî tema etrafında şekillenmiştir. Bu şiirlerinde başta Hz.Allah (cc) olmak üzere Hz. Peygamber’e ve şeyhi Mahmud-ı Samini’ye duyduğu sevgi ve bağlılığı dile getirmiştir. Kuşkusuz vahdete ulaşma arzusunu her fırsatta dile getirildiğini de belirtmemiz gerekir.

 
            El-amân Ya Seyyidî yakdı firâkın el-amân

            Kulluk idüp âlem-i lâhûta kıldın âşiyân


mısralarının nakarat olarak kullanıldığı ve şeyhi Seyyid Mahmud-ı Saminî’nin vefatı dolayısıyla söylediği on üç bentlik “mersiyye” Osman Bedreddin-i Erzurumî’nin şeyhine duyduğu sevginin ve saygının oldukça lirik bir şekilde dile getirildiği şiirdir. Aşağıya bu mersiyyeden örnek iki bent alınmıştır:

Osman Bedreddin-i Erzurumî’nin halkın her kesiminden çok sayıda müridi olmuştur. Kendisini bizzat tanıyan veya tanımayan çok sayıdaki kişiden almış olduğu mektuplara birer birer cevap vermeyi kendisine görev telakki etmesi, onun kişiliğinin dikkate değer bir yönü olsa gerek. Yazımızın bundan sonraki kısmında kendisine intisap eden şahıslardan biri olan Çemişgezekli Nüzhet Dede’nin Osman Bedreddin-i Erzurumî’ye yazmış olduğu manzum arz- hali ve bu arz-ı hale Osman Bedreddin-i Erzurumî’nin vermiş olduğu manzum cevap yer alacaktır.

            Nüzhet Dede’nin şiirine geçmeden önce onun hakkında birkaç söz söyleyelim. Yukarıda da söylediğimiz gibi Nüzhet Dede Çemişgezekli’dir. Nüzhet Dede, Nakşibendî tarikatına intisap etmiş ve daha çok İmam Efendi olarak tanınan Osman Bedreddin-i Erzurumî’nin müridi olmuştur. 1. Dönem Ergani milletvekilliği yapmıştır. Kişilik itibariyle son derece nüktedân ve hazır cevap birisidir. Şiirlerinde o dönem içinde validen belediye başkanına kadar değişik makamlardaki insanlara hicivler yazmıştır. Şiirlerinde çok derin bir şekilde Harput kültürünün etkisi görülür. Şiirlerini daha çok gazel nazım şekliyle söylemiştir. Şiirlerinde tema olarak, ağırlıklı bir şekilde, hicviye, şeyhine duyduğu sevgi ve saygı dikkati çekmektedir.

            Aşağıda önce Nüzhet Dede’nin Osman Bedreddin-i Erzurumî’ye yazdığı mektup, daha sonra da Osman Bedreddin-i Erzurumî’nin Nüzhet Dede’ye yazmış olduğu manzum cevabî mektup verilmiştir.

 
            Nüzhet Dede’nin Arz-ı  Hâli
                 

            Ettin bize vikâye                                               Ey nâib-i velâyet

            Saldın cihâna sâye                                            Ve’y kâsid-i hidâyet

            Lâ-şek bütün halâyık                                        Bir arz-ı  hâlimiz var

            Feyzinden aldı mâye                                        Redd itme hâk-i pâye

 

            Mahrem tut keşf-i râze                                   Sensin her ârzûmendim

            Bütünle tâze tâze                                            Destindedir kemendim

            Hâcet mi var niyâza                                       Ninni diyüp efendim

            Uymaz bu hâl gınâya                                     Besile tıfl-ı dâye

 

            Oynatma hâr u hâsla                                     Kurbân sana bu cânı

            Dil mürgini megesle                                    Verdikse hânümânı

            Koyma bizi hevesle                                      Bir nîm-iltifânı

            Çeksem ti evliyâya                                      Alsak bu kem-behâya

 

            Kaldık garîb ü nâçâr                                   İtmez isen sabâhat

            Yokdur enîs-i kahhâr                                 Azgın bu tâlibâna

            Olduk esir-i her-bâr                                   Gelmez mi yevm-i mahşer

            Şol dest-i mâsivâya                                   Ardınca pâye pâye

 

            Ma’bûdunu seversin                                 Bedrî tamâm olunca

            Meşhûdunu seversin                                 İş bu muharrem ayı

            Mahmûdunu seversin                               Bâki midir bu matem

            Dûr olma bî- nihâye                                Âtideki her aya

           

            Bir nokta koydun âhir                             Etsem de nâr u zâre

            Levh-i dil oldu fârig                               Olsam da pâre pâre

            Açıldı gülşen-i aşk                                 Ayrılık zan edilir mi

            Sığmaz bu taht- pâye                             Düş olsan bin belâya

 

            Nüzhet yalanı sevmez

            Elbette Sâminîler

            Himmet kanadı pirle

            Salarsa başa sâye

                                                                    Nüzhet Dede

 

 

            Nüzhet Dede’nin on üç dörtlükten oluşan bu mektubunda iki tür ölçü dikkati çekmektedir: 4+3=7’li hece ölçüsü ve Bahr-i Münserih’in “müstef’ilün fe’ûlün” vezni. Osman Bedreddin-i Erzurumî’nin yazmış olduğu cevabî manzum mektup da aynı şekilde 4+3=7’li hece ölçüsüvle ve Bahr-i Hezec’in “mef’ûlü  mefâ’îlün”  kalıbıyla  yazılmış(birkaç mısrada az da olsa bazı aruz kusurları bulunsa da genelde vezne hakimiyet her iki şiirde de kendisini göstermektedir.) ve yirmi dört dörtlükten meydana gelmiştir.

 

            Osman Bedreddin-i Erzurumî’nin Nüzhet Dede’ye Cevabı

 

            Ey hâce-i cân olmaz                           Gel gülşen-i irfana

            Varlık sana sermâye                           Okusan  âref dersin

            Sermâye-i nakdine                              Bil nahnu akreb sırrın

            Olmuşdur âdem mâye                         Er o kenzü’l-kinâye

 

            Aşk ehli bilür hâli                               Geç kîl ile kâlından

            Aşk ehli durur âli                                Fehm eyleme meâlinden

            Aşk ehline ol tâli                                Al ibreti sâlından

            Er maksad-ı aksâya                            Dil bağlama dünyâya

 

           

            Birdir Hudâ bilirsin                             Sevmeye Hak yaraşır

            Kalbi de bir yaratmış                          Sevsen de Hakk’ı ey dil

            Kalbte koy o bir kalsın                       Allah bestir böyle bil

            Yol verme mâ’adâya                          Meyil eyleme dünyâya

 

            Bir kerre eyle insâf                             Kıl ârifânla sohbet

            Kıl hilkatın tefekkür                           Gâfil ile etme ülfet

            Şemse mukâbil olmak                        Arif Hudâ’ya vâsıl

            Lâzım değil mi aya                             Gâfil de mâsivâya

 

            Savm u sâlât u hâcla                           Aşk bahrine her kim ki

            Bitmez işin ey zâhid                           Daldıysa olur fâni

            İrfânı bulmak ister                             Vuslat bulur  ol Hakk’a

            Ermek için Mevlâya                           Dalsan da ol deryâya

           

            Aşkın yolunda başın                           Dünyâda görmeyenler

            Ayak eden gidermiş                            Görmezler âhirette

            Cân nakdini verenler                          Kur’ân buna nâtıktır

            Vâsıl olur Mevlâya                             Sâbittir ol belâya

 

            İnsân-ı kâmil olan                             Zikr-i Hakk’la ol meşgul

            Burda bulur belâsın                            Nûr u huzûr ile dol

            Etmez işini ta’lik                               Sen Hak ile dâim ol

            Va’d olunan ferdâya                         Ver varını yağmaya

 

            Ol Sâminî’ye bende                            Mecnûn olup sen ey dil

            Hem-pâyına efgende                          Gezme sakın sahrâda

            Sırrını hıfzet sen de                            Hakîki mecnûn olup

            Bir demde er bekâya                          Er sendeki Mevlâya

 

            İç bezm-i vahdet câmın                      Âfâkta kalma ey cân

            Gel mürşid-i kâmilden                       Bul Hakk’ı sen de her an

            Geç kesret kederinde                          Buldunsa oldun insân

            Kapılma hûy u hâya                           Erdin ol dem bekâya

 

            Kesret içinde vahdet                           Yok ol da sonra var ol

            Et Rabbına bul vuslat                         Kendini unut anı bul

            Elinde varken fırsat                            Esrâr-ı Hakk’la sen dol

            Verme ömrün hevâya                         Sal katreni deryâya

 

            Sen de seni buldunsa                          Mürşide teslim ol kim

            Yâre edersin vuslat                             Ede sana tasarruf

            Gözle seni sen sen de                         Bir tıfl-ı manâ doğa

            Düşme diğer sevdâya                         Nefs ola ana dâye

 

Safvet verenler kalbe                     Ölmeden evvel ölüp

Envâr-ı vahdet ile                          Vahdetten ol haberdâr

Görür tecelli cânda                        Gör bunda Bedrî yârin

Baksın mı o bedr aya                    Kalma sakın ferdâya

 

 

Osman Bedreddin-i Erzurumî

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder