Osman
Bedreddin-i Erzurumî’nin Nüzhet Dede ile Mektuplaşmaları
İnsanoğlu henüz fizikî olarak
yaratılmadan önce, ruhlar âleminde elest meclisinde (bezm-i elest) Alllah'ın
"Elestü birabbiküm" (Ben sizin Rabbiniz değil miyim?) sorusu üzerine
"belâ" (evet) Rabbimizsin cevabını verdikten sonra, içinde bulunduğu
maddî dünya hayatı içinde Rabbine verdiği bu sözü unutarak nefsinin esiri
olmuştur. Cenâb-ı Allah kullarının kendisine verdiği bu sözü hatırlatmak
amacıyla başta peygamberler olmak üzere "veli" dediği kullarını
görevlendirmiştir. Bir bakıma uyarıcı ve yol gösterici (irşâd)görevi gören bu
veliler belli bir zaman süresinde Allah'ın şeriatını yaymaktan öte daha üst
düzeyde bir misyon yüklenmişlerdir. Çok sayıda tanımı olan, düşünüş, duyuş ve
yaşayış sistemini ihtiva eden ve genel olarak “tasavvuf” adıyla ifade edilen bu
misyon, daha çok insanoğlunun şeriatı eksen alarak yaratanını arama ve bulma
çabası çerçevesinde şekillenmiştir.
Tasavvufun ortaya çıkışından
günümüze kadarki geçen süre içerisinde bir çok tanımı yapılmıştır. Örneğin
Cüneyd-i Bağdadî’ye göre tasavvuf “mûtû kable entemûtu” (ölmeden önce ölünüz)
sırrı gereğince nefsin heves ve hazlardan feragat etmesidir. Bir başka
tanımında ise tasavvuf “Hakk’ın seni senden gidermesi ve kendisiyle ihya
etmesidir” der. Gazali’ye göre ise “kalbi Hakk’a bağlayıp mâsivâ ile ilgiyi
kesmektir.” buraya alamayacağımız kadar çok sayıda tanımı yapılan tasavvuf, ana
hatlarıyla tahalluk(ahlaklanma) ve tahakkuk(Hakk’ı isimlerinin suretleri ile alemde
seyr etme)’u konu ve Allah ve Resul’ünün ahlakıyla ahlaklanmayı gaye edinen bir
sistemdir. İster tanımlarında olsun isterse konu ve gayesinde olsun, tasavvufun
birinci derecedeki hedefi ahlaktır. Yani kişinin teoride Allah’ın Kur’an-ı
Kerim’de ana hatlarını belirlediği ve pratikte de Hz. Peygamber’in en güzel bir şekilde uyguladığı ahlakı
yaşamasını hedefler. Kuşkusuz insanoğlu asıl
mücadelesini nefsiyle yapmaktadır. Çünkü nefis onu hedeflenen noktaya
ulaşmaması için elinden gelen her türlü fenalığı yapan en büyük engeldir. İnsan
içinde yaşadığı sıkıntılı ortamdan, sosyal ve ekonomik şartlardan etkilenerek
nefsinin esiri olabilir ve çeşitli kötülüklerle yüz yüze kalabilir. Bu belki de
acizliğinin işaretidir.
Bu yazımızın konusu Erzurum’da doğup
büyüyen, daha sonra askerlik görevi sırasında bir vesileyle Elazığ ili Palu
ilçesinde ikamet eden Nakşibendi şeyhi Mahmud-ı Saminî’den icazet alan ve
birkaç yerde halkı irşad etmeye çalışan yirminci yüzyılın başlarında yetişmiş
Osman Bedreddin-i Erzurumî (İmam Efendi)’nin aynı zamanda müridi olan Nüzhet
Dede’yle birbirlerine yazmış oldukları manzum mektuplardır. Şiirlere geçmeden
önce söz konusu iki şahıs hakkında kısa da olsa bir bilgi vermek gerekir.
Osman Bedreddin 1856 yılında
Erzurum’da doğmuştur. İleriki hayatında büyük bir insan-ı kâmil olmasının
temellerini, o devrin önde gelen ilim ve irfan sahibi şahsiyetlerinden biri
olan babası Selman Sükutî Efendi’den almıştır. Henüz dokuz yaşındayken Kur’ân-ı
Kerim’i hıfzetmiş, on yaşından itibaren de bir çok zahirî ve batinî ilmi tahsil
etmiştir.
1877-1878 yılları arasındaki (93
harbi) Osmanlı-Rus savaşı esnasında zor duruma düşen Osmanlı ordusu ve Erzurum
halkı 8 Kasım 1877 gününün sabah namazında Ayaz Paşa Cami-i Şerifinden okunan
ezanın kıvılcımıyla büyük bir ateş haline gelir ve Rusları gerisin geriye
püskürtür. O olağanüstü zaferin ilk kıvılcımını çakan Osman Bedreddin’dir. Ordu
komutanı Gazi Ahmed Muhtar Paşa da genç müezzini 28.Alay 3. Tabur imamlığına
getirir. O günden itibaren de Osman Bedreddin İmam Efendi diye anılır.
Taburunun Diyarbakır’daki görevi
sırasında gördüğü bir rüyanın üzerine Elazığ(Elaziz)’ın Palu ilçesine gider ve
o devrin önde gelen nakşi şeyhlerinden Seyyid Mahmud-ı Saminî’ye intisap eder,
onun sohbetlerine katılır, şeyhinin manevi terbiyesi içerisinde seyr ü sülûkunu
tamamlar, icazetini alır ve taburunun bulunduğu Çemişgezek ilçesine gider.
Çemişgezek’te artık tıpkı şeyhi gibi farklı bir görev icra etmeye başlar.
15 sene kadar Çemişgezek ve
civarında halkı irşad etmeye çalışan İmam efendi, yine şeyhinin işaretiyle
Harput’a gelir ve hac farizası dışında 1924 yılında vefat edene kadar ömrünün
geri kalan kısmını burada geçirir.
Kuşkusuz tam bir insan-ı kâmil ve
mutasavvıf olan İmam Efendi’nin edebi kişiliği üzerine söylenecek sözlerin yine
tasavvufî bir çerçevede kalacağı kaçınılmazdır. Buna rağmen elimizdeki mevcut
şiirlerinden yola çıkarak onun şiire, aruza olan hakimiyetini de göz önünde
bulundurarak bir kaç söz söylememiz gerekir:
Osman Bedreddin-i Erzurumî
şiirlerinde Bedreddin isminden mülhem Bedri mahlasını kullanmıştır. Şiirleri
ancak küçük bir divançe çapındadır. Şiirlerinin çoğunluğu musammat gazel(halk
şiirindeki koşma) tarzındadır. Bu tür şiirler daha çok aruzun
müstef‘ilün/müstef‘ilün/müstef‘ilün/müstef‘ilün kalıbında yazılmışlardır ve
gerektiğinde müstef‘ilün/müstef‘ilün kalıbına dönüştürülerek dörtlük haline de
gelebilmektedirler.Mevcut şiirlerinden anlaşıldığı kadarıyla Osman Bedreddin-i
Erzurumî aruzu başarıyla kullanmıştır. Şiirlerinin çoğu dinî-tasavvufî tema
etrafında şekillenmiştir. Bu şiirlerinde başta Hz.Allah (cc) olmak üzere Hz.
Peygamber’e ve şeyhi Mahmud-ı Samini’ye duyduğu sevgi ve bağlılığı dile
getirmiştir. Kuşkusuz vahdete ulaşma arzusunu her fırsatta dile getirildiğini
de belirtmemiz gerekir.
El-amân Ya Seyyidî yakdı firâkın
el-amân
Kulluk idüp âlem-i lâhûta kıldın
âşiyân
mısralarının
nakarat olarak kullanıldığı ve şeyhi Seyyid Mahmud-ı Saminî’nin vefatı
dolayısıyla söylediği on üç bentlik “mersiyye” Osman Bedreddin-i Erzurumî’nin
şeyhine duyduğu sevginin ve saygının oldukça lirik bir şekilde dile getirildiği
şiirdir. Aşağıya bu mersiyyeden örnek iki bent alınmıştır:
Osman Bedreddin-i Erzurumî’nin halkın her kesiminden
çok sayıda müridi olmuştur. Kendisini bizzat tanıyan veya tanımayan çok
sayıdaki kişiden almış olduğu mektuplara birer birer cevap vermeyi kendisine
görev telakki etmesi, onun kişiliğinin dikkate değer bir yönü olsa gerek.
Yazımızın bundan sonraki kısmında kendisine intisap eden şahıslardan biri olan
Çemişgezekli Nüzhet Dede’nin Osman Bedreddin-i Erzurumî’ye yazmış olduğu manzum
arz- hali ve bu arz-ı hale Osman Bedreddin-i Erzurumî’nin vermiş olduğu manzum
cevap yer alacaktır.
Nüzhet Dede’nin şiirine geçmeden
önce onun hakkında birkaç söz söyleyelim. Yukarıda da söylediğimiz gibi Nüzhet
Dede Çemişgezekli’dir. Nüzhet Dede, Nakşibendî tarikatına intisap etmiş ve daha
çok İmam Efendi olarak tanınan Osman Bedreddin-i Erzurumî’nin müridi olmuştur.
1. Dönem Ergani milletvekilliği yapmıştır. Kişilik itibariyle son derece
nüktedân ve hazır cevap birisidir. Şiirlerinde o dönem içinde validen belediye
başkanına kadar değişik makamlardaki insanlara hicivler yazmıştır. Şiirlerinde
çok derin bir şekilde Harput kültürünün etkisi görülür. Şiirlerini daha çok
gazel nazım şekliyle söylemiştir. Şiirlerinde tema olarak, ağırlıklı bir
şekilde, hicviye, şeyhine duyduğu sevgi ve saygı dikkati çekmektedir.
Aşağıda önce Nüzhet Dede’nin Osman
Bedreddin-i Erzurumî’ye yazdığı mektup, daha sonra da Osman Bedreddin-i
Erzurumî’nin Nüzhet Dede’ye yazmış olduğu manzum cevabî mektup verilmiştir.
Nüzhet Dede’nin Arz-ı Hâli
Ettin bize vikâye Ey
nâib-i velâyet
Saldın cihâna sâye Ve’y kâsid-i hidâyet
Lâ-şek bütün halâyık Bir arz-ı hâlimiz var
Feyzinden aldı mâye Redd itme hâk-i pâye
Mahrem tut keşf-i râze Sensin her
ârzûmendim
Bütünle tâze tâze Destindedir
kemendim
Hâcet mi var niyâza Ninni diyüp efendim
Uymaz bu hâl gınâya Besile tıfl-ı dâye
Oynatma hâr u hâsla Kurbân sana bu cânı
Dil mürgini megesle Verdikse hânümânı
Koyma bizi hevesle Bir nîm-iltifânı
Çeksem ti evliyâya Alsak bu kem-behâya
Kaldık garîb ü nâçâr İtmez isen sabâhat
Yokdur enîs-i kahhâr Azgın bu tâlibâna
Olduk esir-i her-bâr Gelmez mi yevm-i
mahşer
Şol dest-i mâsivâya Ardınca
pâye pâye
Ma’bûdunu seversin Bedrî tamâm olunca
Meşhûdunu seversin İş bu muharrem ayı
Mahmûdunu seversin Bâki midir bu matem
Dûr olma bî- nihâye Âtideki her aya
Bir nokta koydun âhir Etsem de nâr
u zâre
Levh-i dil oldu fârig Olsam da pâre pâre
Açıldı gülşen-i aşk Ayrılık zan edilir mi
Sığmaz bu taht- pâye Düş olsan bin belâya
Nüzhet yalanı sevmez
Elbette Sâminîler
Himmet kanadı pirle
Salarsa başa sâye
Nüzhet
Dede
Nüzhet Dede’nin on üç dörtlükten
oluşan bu mektubunda iki tür ölçü dikkati çekmektedir: 4+3=7’li hece ölçüsü ve
Bahr-i Münserih’in “müstef’ilün fe’ûlün” vezni. Osman Bedreddin-i Erzurumî’nin
yazmış olduğu cevabî manzum mektup da aynı şekilde 4+3=7’li hece ölçüsüvle ve
Bahr-i Hezec’in “mef’ûlü mefâ’îlün” kalıbıyla
yazılmış(birkaç mısrada az da olsa bazı aruz kusurları bulunsa da
genelde vezne hakimiyet her iki şiirde de kendisini göstermektedir.) ve yirmi
dört dörtlükten meydana gelmiştir.
Osman Bedreddin-i Erzurumî’nin
Nüzhet Dede’ye Cevabı
Ey hâce-i cân olmaz Gel gülşen-i irfana
Varlık sana sermâye Okusan âref dersin
Sermâye-i nakdine Bil nahnu akreb
sırrın
Olmuşdur âdem mâye Er o
kenzü’l-kinâye
Aşk ehli bilür hâli Geç
kîl ile kâlından
Aşk ehli durur âli Fehm
eyleme meâlinden
Aşk ehline ol tâli Al
ibreti sâlından
Er maksad-ı aksâya Dil bağlama dünyâya
Birdir Hudâ bilirsin Sevmeye Hak yaraşır
Kalbi de bir yaratmış Sevsen de Hakk’ı ey dil
Kalbte koy o bir kalsın Allah bestir
böyle bil
Yol verme mâ’adâya Meyil eyleme dünyâya
Bir kerre eyle insâf Kıl ârifânla sohbet
Kıl hilkatın tefekkür Gâfil ile etme ülfet
Şemse mukâbil olmak Arif Hudâ’ya
vâsıl
Lâzım değil mi aya Gâfil de mâsivâya
Savm u sâlât u hâcla Aşk bahrine her kim ki
Bitmez işin ey zâhid Daldıysa olur fâni
İrfânı bulmak ister Vuslat bulur ol Hakk’a
Ermek için Mevlâya Dalsan da ol deryâya
Aşkın yolunda başın Dünyâda görmeyenler
Ayak eden gidermiş Görmezler
âhirette
Cân nakdini verenler Kur’ân buna nâtıktır
Vâsıl olur Mevlâya Sâbittir ol belâya
İnsân-ı kâmil olan Zikr-i
Hakk’la ol meşgul
Burda bulur belâsın Nûr u huzûr ile dol
Etmez işini ta’lik Sen
Hak ile dâim ol
Va’d olunan ferdâya Ver varını yağmaya
Ol Sâminî’ye bende Mecnûn olup sen ey
dil
Hem-pâyına efgende Gezme sakın sahrâda
Sırrını hıfzet sen de Hakîki mecnûn olup
Bir demde er bekâya Er sendeki Mevlâya
İç bezm-i vahdet câmın Âfâkta kalma ey
cân
Gel mürşid-i kâmilden Bul Hakk’ı
sen de her an
Geç kesret kederinde Buldunsa oldun insân
Kapılma hûy u hâya Erdin ol dem bekâya
Kesret içinde vahdet Yok ol da sonra var ol
Et Rabbına bul vuslat Kendini unut anı bul
Elinde varken fırsat Esrâr-ı Hakk’la sen
dol
Verme ömrün hevâya Sal katreni
deryâya
Sen de seni buldunsa Mürşide teslim ol kim
Yâre edersin vuslat Ede sana tasarruf
Gözle seni sen sen de Bir tıfl-ı manâ doğa
Düşme diğer sevdâya Nefs ola ana dâye
Safvet verenler kalbe Ölmeden
evvel ölüp
Envâr-ı vahdet ile Vahdetten
ol haberdâr
Görür tecelli cânda Gör
bunda Bedrî yârin
Baksın mı o bedr aya Kalma
sakın ferdâya
Osman Bedreddin-i Erzurumî