Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

13 Şubat 2014 Perşembe

Gerçek Barbarlık



Yunanca barbaros sözcüğünden gelen bu kavramı ilk kullananlar eski Yunanlılardı. Barbar, Romalıları da içine alan bütün Helen olmayanlara verdikleri addı. Daha sonra Romalılar da kavramı, "uygar" olarak tanımladıkları, kültürel ve ekonomik olarak Roma ve Yunan etkisi dışında kalan topluluklar için kullandılar. Zamanla bu toplumlara yükledikleri yıkıcı, vahşi tutumlar nedeniyle barbar kavramı olumsuz bir anlam alarak pek çok dile yerleşmiştir. Bugün kullanıldığı şekliyle barbar topluluklar, çoğunlukla göçebe-sürücü topluluklardır. Kabile düzeninin hâkim olduğu, toplumsal tabakalaşmanın, sınıfların olmadığı toplumlardır.” (1)
            Geçmişte hasta adam olarak niteledikleri Osmanlıyı paylaşmak isteyenlerle, Avrupa Birliğine almak istemeyen zihniyet hiç değişmemiş, onların gözünde Türkler hep barbar(!), yağmacı ve savaşcı bir millet olarak zihinlerine kazınmıştır. O zihniyete göre Türkler hâlâ, Orta Asya steplerinden dünya’ya yayılan barbarlardır ve Anadolu Türklere bırakılmayacak kadar önemlidir. Gerçek barbar ve hastalıklı Avrupa kendi bulaşıcı hastalığını gizlemek için Ortaçağdan bu yana elinden geleni yapmış ama yaptıklarını tarih sahnesinen silememiştir.
            Tarih; Engizisyon mahkemelerini, Kudüs de Haçlı katliamını, Kazıklı Voyvodaları, Amerikanın kızılderililere ve zencilere yaptıklarını, Fransızların Cezayirde, Ermenilerin Türklere, Yunanlıların İzmir ve çevresinde, Nazi kampları, Sovyetlerin işgali altındaki milletlere yaptıklarını, Kıbrısta Rumları, Bosna Hersek de Sırpları ve Azerbaycandaki Ermeni katliamlarını unutmadı.
            Papa XVI. Benedictus İslam dünyasını karıştıran açıklamasında şöyle diyordu: “Muhammed’in yeni olarak ne getirdiğini bana göstersene… Bu konuda inandığı dini kılıçla yayma buyruğu türünden kötü ve insanlık dışı şeylerden başka bir şey bulamazsın.” Alıntılanan kitabın kaleme alındığı 14. Yüzyılda, asıl Avrupa kötülüğün ve insanlık dışı şeylerin pençesindeydi. Kara ölüm veba, yaşlı kıtayı kasıp kavuruyordu. Hastalıktan Yahudileri sorumlu tutan dini bir grup, Yahudilerin katli için ayak takımını sokaklara döküyordu. Engizisyon, Mesih beklentisiyle kendini kırbaçlayanla baş etmeye çalışıyordu. Yoksullaşan köylüler ayaklanmış, yüzyıl savaşaları patlamıştı. Fransa ve İngiltere monarşisiyle çatışan papalık ikiye bölünüyor, akılla imanı uzlaştırma çabaları, gericiliğin zırhına çarpıyordu. Kilise, bütün faciaları cadıların kışkırttığı propagandasıyla büyük bir cadı avına hazırlanıyordu.” (2)
“13. Yüzyıl sonunda kurulan Osmanoğulları, ciddi bir miras devralmıştı.
Anadolu'da, "Kâfir dahi olsa kimsenin kalbini kırma" diyen Ahmet Yesevi, "Putperest olsan yine gel" diyen Mevlana Celaleddin Rumi, bütün Balkanlar'a ışık saçan Hacı Bektaş Veli gibi düşünürlerin imza attığı eşsiz bir kültürel zenginlik yaşanıyordu. İbn Sina'nın eseri "eş-Şifa" Latince'ye çevriliyor, Batılı tıp adamlarına model oluşturuyordu.
Bugün daha ziyade şairliğiyle tanıtılan Ömer Hayyam, yüksek matematikte, fizikte bir Şark ihtilali yaratıyordu.  "İslam bilginleri Kahire, Bağdat, Şam, Endülüs okullarında, teoloji, metafizik, mantık, tıp, astronomi, cebir, geometri, gramer dersleri veriyordu.”(3)  
            Amerikalı Fizikçi Carl Sagan da, "Karanlık Bir Dünyada Bilimin Mum Işığı" adlı kitabında, "Cinselliği bastırılmış, erkek egemen bir toplumda, yargıçları bekar kalmaya mahkum edilmiş rahipler tarafından gelen bir ortamdan bekleneceği gibi, engizisyonda güçlü cinsel ve kadın düşmanı öğelerin de söz konusu olduğu biliniyor" yorumunu yapıyor.
            Geçmişteki barbarlıklar ve zihniyet, emperyalizm kimliğine bürünerek tekrar karşımıza çıkıyor. Emperyalizmin ideologları da; tekelleri, diplomatları, askerleri gibi, bu kadar açık gerçeklerin üstünü örtecek sisi bugünkü devasa medya aygıtıyla bile üretemeyeceklerini fark edince, daha inandırıcı olabilecekleri bir fikir ortaya attılar: "Barış, demokrasi, refah, insan hakları elbette ki idealimizdir, ama bunları engelleyen şer güçleri alt edemezsek; bütün bu insanlık değerlerini yaşatamayız; hatta uygarlığımızın ayakta kalması bile olanaksızdır" tezini ileri sürdüler.
Peki nedir bunun anlamı, denildiğinde de şu yanıtı veriyorlar: "Bir medeniyetler savaşı dönemindeyiz. İnsanlığın ulaştığı en ileri değerleri temsil eden batı uygarlığı öteki geri, ilkel, barbar uygarlıklar tarafından tehdit edilmektedir!" Amerika'da Bush kliğinin başını çektiği Evangelist Hıristiyanlık, kendisini Avrupa'da "muhafazakarlık", "Hıristiyan demokratlık" olarak göstermekte, bunların İslam dünyasındaki işbirlikçileri de "ılımlı İslamcılık" olarak adlandırılmaktadır.
Batının emperyalist ülkelerinde kültürden eğitime, sosyal yaşamdan bilime kadar her alanda bir Hıristiyanlaşma, Hıristiyan dogmasının etkisinin artırılması, emperyalizmin; insanlığı yeni bir Ortaçağ demekte sakınca olmayacak bir karanlığa doğru itmekte olduğunun işareti mahiyetindedir. Bugün Amerika'dan Avrupa'ya, Hatta İslam dünyasına kadar uzanan, "yeni muhafazakar" adı verilen akımın Hıristiyan partiler, Ilımlı İslamcı partiler üstünden devlet iktidarını ve devasa medya gücünü de kullanarak, amaçlarına etkili bir biçimde yürümektedirler. Bu yüzdendir ki, "Yeni muhafazakarlık; asılında emperyalizmin yeni ideolojisi" olarak biçimlenmektedir.
Bush'un ikinci dönemi, bu "Yeni Ortaçağ" döneminin en gerici ve en saldırgan yönlerinin ortaya konacağı bir dönem olma işaretlerini vermektedir.
 Kaynak:
1-      Vikipedi.       
2-      William H. McNeill, "Dünya Tarihi", İmge Y., 1994 (Can Dündar.com)
3-       Ortaçağ Aydınlığı", Doğu Batı dergisi, s. 22) (Can Dündar.com)
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder