Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

28 Eylül 2014 Pazar

Atölyemizin en küçük öğrencisi Emir Akatürk




Atölyemiz öğrencisi Mehmet Filiz, ahşab'a vernik atarken










Atölyemiz Öğrencisi Esra, ahşab'a tezhip uygulaması yaparken..




Atölyemizde Ş.Dilek Akatürk'ten Kağıt Rölyef çalışmaları

RÖLYEF
Rölyef dilimize kabartma olarak çevrilmiş Fransızca bir kelimedir. Özellikle tarihi mimari öğelerde sıklıkla rastladığımız bir süsleme tekniğidir.  Kabaca her hangi bir yüzeye yapılan çökertme veya kabartma olarak tanımlayabiliriz. Alçak kabartma ve yüksek kabartma olarak ikiye ayrılır. Uygulama alanı olarak örnekleri , natürmort bir meyve resmi de olabilir, tarihi bir mimari yapı veya sokak, ya da hayal gücünüzle resmettiğiniz bir mekan da olabilir..  Farklı alanlarda ve malzemelerde çeşitlendirilmiştir.  Kağıt rölyef, ahşap rölyef, bitkisel rölyef bazı türleridir..
 Ahşap rölyef doğru perspektifteki bir resme boyut vererek onu başka bir sanat eseri haline getirmektir.  Bunun için aklınıza hayalinize gelmeyecek birçok malzeme kullanırsınız. Ama temel malzemeleri sıralayacak olursak:
-          Öncelikle uygulamasını yapmak istediğiniz resminizi belirlemeniz gerekir.  Burada dikkat etmeniz gereken temel nokta resminizin doğru perspektifte olmasıdır.  Ya da cephe çalışması da tercih edebilirsiniz. Mesela belirlediğiniz herhangi bir yapıyı ( dilerseniz araba, tekne, gemi vs de tercih edebilirsiniz) çalışmak istediğiniz bir cephesinden etrafındaki ögelere de yer vererek  (bu da sizin tercihinize bağlı) fotoğrafını çekebilir ve çalışmasını yürütebilirsiniz. 
-          İkinci aşama ebattır. Seçtiğiniz çalışmayı hangi boyutlarda duvarınızda görmek istediğinize karar vermeniz gerekir. Örneğin 35/50-40/65.. yatay veya dikey çalışmak isterseniz pozlamanız da buna göre olmalıdır.  Bu kararı verdikten sonra fotoğrafınızı bu boyutta büyütmeniz gerekir. 
-          Aktaracağınız derinliği olan düzleme geldi sıra. Bunun için derinlik-en-boy ölçünüzü dilediğiniz şekilde tasarlatabilirsiniz. Ancak standart kasalar da vardır. Eğer standart bir kasada çalışmak isterseniz resminizi kasanın ölçülerinde büyütmeniz gerekir. 
-          Maket bıçağı, karton, mukavva,  ince uçlu bir kalem, kaplama, mantar, silikon tabancası-silikon, demir cetvel, yapıştırıcı, su bazlı ahşap boyası , yağlı boya.. 
-          Malzemeleri bu saydıklarımla sınırlandırmak mümkün değildir. Belli bir süre sonra kişisel öngörünüz gelişir ve rölyefiniz için uygun malzemeleri hiç ummadığınız yerlerden seçmeye başlarsınız..

Açık olmak gerekirse oldukça detaylı bir yapım aşaması vardır.  Sabırlı ve itinalı olmak gerekir.  Yapım süresi ise seçtiğiniz resimdeki detaylara bağlı olarak değişir. 






13 Şubat 2014 Perşembe

Ne Mutlu AB’ye Girene!

 

“Hitler’e deli diyorlardı. Ondan beklenmeyen müthiş bir stratejiyle önce Avrupa’ya hâkim oldu. Toplama kampları kurdurup, milyonlarca insanı öldürdü. Öldü, ona hala deli diyorlar ama fikirleri Faşist ülkelerin, anti İslamcı yönetimlerince yok satıyor.”
       
            İster komplo teorisi, ister ne derseniz deyin. Unutan, unutturan önlemini almayan milletler, başkalarının esaretinde kalmaya köleleşmeye, manda altında yaşamaya mecburdurlar. Emperyalist devletler asla unutmaz, unutturmaz. Her zaman vakitlerinin gelmesini beklerler. Kurtuluş savaşının da emperyalist devletlere karşı yapıldığı unutulmamalıdır. Emperyalistler her zaman inançlı, vatan ve bayrak sevdalısı milletlere saldırmaya ve her zaman yenilmeye mahkûmdurlar. Onlar kin, nefret ve öç alma duygularını asırlar geçse de asla kaybetmezler. Asla uyumuyorlar, sabırla bekliyorlar ve durmadan şekil değiştiriyorlar.

            Sırplar, Hırvatlar, Ermeniler ve Yunanlılar. Sırplar, 1992-1995 yılları arasında Yunan gönüllüleriyle birlikte sırf Türklere ve İslam’a olan düşmanlıklarından Avrupa'nın ortasında Bosnalı Müslümanlara katliam, soykırım yaptılar. Ermenilerin, Türklere olan kin, nefret ve düşmanlıklarından Azerbaycan da 26 Şubat 1992’de Hocalı katliamını yaptılar. 1993 senesinde Hırvatların orta Bosna’da, Müslümanlara yaptığı katliam, kendi ülkelerinde bile tepki topladı. Bunları yaparken en aşağılık ve en iğrenç yöntemleri uyguladılar. Tecavüz, işkence ve sürgüne zorlama hepsinin ortak yöntemiydi. Sanki genlerinde bu var. Bunu yapanlar gerçekten savaş suçları mahkemelerinde yargılandılar mı? Hayır.

            İngiliz Başbakanı Lloyd George, 8 Ağustos 1917 senesinde yaptığı bir konuşmada Sırpları “Kapının bekçileri” olarak tanımlamış, “Sırplar her zaman Avrupa medeniyetini doğudan (İslam dünyasından) gelen saldırılara karşı korumak için ellerinden geleni yapmışlardır” demişti. İngiliz tarihçi R.G.D Laffan, 1917 senesinde The Serbs: The Guardians of the Gate (Sırplar: Kapının bekçileri) adlı bir kitap yazmış ve bu “kahraman ulus”un Osmanlılara karşı yürüttüğü mücadeleyi öve öve bitirememişti.

            Lloyd George’un bu sözleri, geçici bir taktik ilişkiyi değil, çok uzun vadeli bir görevi, bir stratejik konumu özetliyordu. Sırplar, asırlar boyu “Doğu”dan gelen “İslami Tehdit”e karşı kapının bekçileriydiler. Öylede kalacaklardı. Asla efendileri olan emperyalistleri utandırmadılar.

            I. Dünya savaşının fitilini ateşleyen, Avusturya-Macaristan Arşidük’ü Franz Ferdinan’a karşı yapılan suikasttır. Suikastı gerçekleştirenler “Sırp Milliyetçileriydi.” İngiliz tarihçi Michael Howard, suikastın uluslar arası masonik boyutuna değinir. Suikastçılardan Gavrilo Princip’in ve diğer suikastçıların “Kara El” isimli aşırı milliyetçi bir örgüte üye olduklarını (Kara El, Sırp milliyetçiliğinin geleneğine uygun olarak masonik bir örgüttü. Suikastı da masonik obediyansa uygun olarak tasarlanmıştı. I. Dünya savaşı, İngiliz-Fransız ekseninin dolayısıyla da Sırpların galibiyeti ile sonuçlandı. Avrupa’nın çok uluslu iki imparatorluğu Avusturya-Macaristan ve Osmanlı tarihe karıştı.

            Savaş sonrası Avrupa’yı şekillendiren üç mason lider, İngiltere’den Lloyd George, Fransa’dan Georges Clemanceau ve ABD’den Woodrow Wilson, Balkanları masonik Sırp milliyetçiliğine uygun görmüşlerdi.

     Ermeni filozofu Urfalı Matheus, yazmış olduğu Vasiyetname isimli eserinde;

            "Ermeni milleti tarih boyunca kadın kılığındaki eteklikli Rum milletinden eziyet çekmiştir. Türkler olmasaydı Rum milleti bize yaşamak şansı vermeyecekti. Melikşah bizim için bir babadır. Onun ölümü, Ermeni halkı için bir matem olmuştur” demişti.

            Takvimler 26 Şubat 1992 senesini gösterdiğinde, 336. Motorize Piyade Alayı desteğindeki Ermeni kuvvetleri, Azerbaycan sınırları içersindeki sivillerin yaşadığı Hocalı mevkiine saldırdılar.  Tahmini olarak burada 1300 Müslüman Azeri Türk katledildi. Taş üstünde taş, vücut üstünde baş kalmadı. Bunların 106’sı kadın, 83’ü de çocuktu. Neler mi yaptılar?

·        Tıbbı deneylere maruz bıraktılar.

·        Canlı canlı kafa derisi yüzdüler.

·        Hızar ve testerelerle kol bacak ve kafa kestiler.

·        Genç kızların önce saçlarını sonra kafa derilerini yüzdüler.

·        Babanın önünde evladı, evladın önünde babayı kurşuna dizdiler.

·        Diri diri yaktılar.

·        56 hamile kadının karınlarını yarıp bebeklerini parçaladılar.

·        Tecavüzler


            Fransız gazeteci Jean-Yves Junet katliam bölgesinde gördüklerini şöyle özetliyordu;     “Pek çok savaş hikâyesi dinledim. Faşistlerin zulmünü işittim, ama Hocalıdaki gibi bir vahşete umarım hiç kimse tanık olmaz.”

            Fransız’ın dünyadan haberi yok anlaşılan. Türklere ve Müslümanlara yapılan katliam’ın tanıkları tüm dünya. Ama onlar hala “Ermeni soykırımını biz tanıdık, siz de kabullenin” diyorlar. Ermeni yazar Daud Kheyriyan “For The Sake Of Cross (Haçın hatırı için)”  isimli kitabın da Ermenilerin bu katliamı Haçın hatırı için yaptıklarını söyler.

            Kendi (Ortadoks-Katolik) mezhepsel sorunlarını bile çözemeyen, bu yüzden kendi aralarında dahi kutuplaşan, yine de her fırsatta Müslümanları katleden ve onlara göz yuman Haçlı zihniyetine sahip AB ülkeleri arasına Müslüman bir devlet olarak girme çabalarını anlamak mümkün değildir. Sonuç, gün gelecek Bosna’dan farklı olmayacaktır. Ya Hıristiyanlığı kabul edip asimile olacaktır ya da tarih sahnesinden silinip, Emperyalist Haçlı zihniyetinin mandası altında yaşayacaktır.

            Eski Sırp Demokrat partisi lideri Vladimir Srebov, savaş boyunca Sırp ordusunun ve diğer paramiliter birliklerin attığı her adımın daha önceden planlandığını söylüyordu. Plan, Bosna’nın, biri büyük Sırbistan’a diğeri büyük Hırvatistan’a ait olmak üzere iki parçaya ayrılmasını öngörüyordu. Müslümanlar için ise kaçınılmaz son belliydi. %50’sinden fazlası öldürülecek, geri kalan azınlık Ortodoksluğa dönecek, onlardan da geriye kalan ve maddi imkânları olan bir avuç insanın ise kendi halinde yaşamazına izin verilecekti. Asıl amaç Bosna Hersek’i Müslümanlardan arındırmaktı.

            Sonra ne olacak, sıra Türkiye’ye gelecek. Bu kumpastan bizi kim kurtaracak? A.B.D’mi yoksa tüm olanlara çanak tutan AB’mi.

AB’ye girmek için daha ne bekliyoruz? Hep birlikte gayret edelim ki bizi aralarına alsınlar.

Gerçek Barbarlık



Yunanca barbaros sözcüğünden gelen bu kavramı ilk kullananlar eski Yunanlılardı. Barbar, Romalıları da içine alan bütün Helen olmayanlara verdikleri addı. Daha sonra Romalılar da kavramı, "uygar" olarak tanımladıkları, kültürel ve ekonomik olarak Roma ve Yunan etkisi dışında kalan topluluklar için kullandılar. Zamanla bu toplumlara yükledikleri yıkıcı, vahşi tutumlar nedeniyle barbar kavramı olumsuz bir anlam alarak pek çok dile yerleşmiştir. Bugün kullanıldığı şekliyle barbar topluluklar, çoğunlukla göçebe-sürücü topluluklardır. Kabile düzeninin hâkim olduğu, toplumsal tabakalaşmanın, sınıfların olmadığı toplumlardır.” (1)
            Geçmişte hasta adam olarak niteledikleri Osmanlıyı paylaşmak isteyenlerle, Avrupa Birliğine almak istemeyen zihniyet hiç değişmemiş, onların gözünde Türkler hep barbar(!), yağmacı ve savaşcı bir millet olarak zihinlerine kazınmıştır. O zihniyete göre Türkler hâlâ, Orta Asya steplerinden dünya’ya yayılan barbarlardır ve Anadolu Türklere bırakılmayacak kadar önemlidir. Gerçek barbar ve hastalıklı Avrupa kendi bulaşıcı hastalığını gizlemek için Ortaçağdan bu yana elinden geleni yapmış ama yaptıklarını tarih sahnesinen silememiştir.
            Tarih; Engizisyon mahkemelerini, Kudüs de Haçlı katliamını, Kazıklı Voyvodaları, Amerikanın kızılderililere ve zencilere yaptıklarını, Fransızların Cezayirde, Ermenilerin Türklere, Yunanlıların İzmir ve çevresinde, Nazi kampları, Sovyetlerin işgali altındaki milletlere yaptıklarını, Kıbrısta Rumları, Bosna Hersek de Sırpları ve Azerbaycandaki Ermeni katliamlarını unutmadı.
            Papa XVI. Benedictus İslam dünyasını karıştıran açıklamasında şöyle diyordu: “Muhammed’in yeni olarak ne getirdiğini bana göstersene… Bu konuda inandığı dini kılıçla yayma buyruğu türünden kötü ve insanlık dışı şeylerden başka bir şey bulamazsın.” Alıntılanan kitabın kaleme alındığı 14. Yüzyılda, asıl Avrupa kötülüğün ve insanlık dışı şeylerin pençesindeydi. Kara ölüm veba, yaşlı kıtayı kasıp kavuruyordu. Hastalıktan Yahudileri sorumlu tutan dini bir grup, Yahudilerin katli için ayak takımını sokaklara döküyordu. Engizisyon, Mesih beklentisiyle kendini kırbaçlayanla baş etmeye çalışıyordu. Yoksullaşan köylüler ayaklanmış, yüzyıl savaşaları patlamıştı. Fransa ve İngiltere monarşisiyle çatışan papalık ikiye bölünüyor, akılla imanı uzlaştırma çabaları, gericiliğin zırhına çarpıyordu. Kilise, bütün faciaları cadıların kışkırttığı propagandasıyla büyük bir cadı avına hazırlanıyordu.” (2)
“13. Yüzyıl sonunda kurulan Osmanoğulları, ciddi bir miras devralmıştı.
Anadolu'da, "Kâfir dahi olsa kimsenin kalbini kırma" diyen Ahmet Yesevi, "Putperest olsan yine gel" diyen Mevlana Celaleddin Rumi, bütün Balkanlar'a ışık saçan Hacı Bektaş Veli gibi düşünürlerin imza attığı eşsiz bir kültürel zenginlik yaşanıyordu. İbn Sina'nın eseri "eş-Şifa" Latince'ye çevriliyor, Batılı tıp adamlarına model oluşturuyordu.
Bugün daha ziyade şairliğiyle tanıtılan Ömer Hayyam, yüksek matematikte, fizikte bir Şark ihtilali yaratıyordu.  "İslam bilginleri Kahire, Bağdat, Şam, Endülüs okullarında, teoloji, metafizik, mantık, tıp, astronomi, cebir, geometri, gramer dersleri veriyordu.”(3)  
            Amerikalı Fizikçi Carl Sagan da, "Karanlık Bir Dünyada Bilimin Mum Işığı" adlı kitabında, "Cinselliği bastırılmış, erkek egemen bir toplumda, yargıçları bekar kalmaya mahkum edilmiş rahipler tarafından gelen bir ortamdan bekleneceği gibi, engizisyonda güçlü cinsel ve kadın düşmanı öğelerin de söz konusu olduğu biliniyor" yorumunu yapıyor.
            Geçmişteki barbarlıklar ve zihniyet, emperyalizm kimliğine bürünerek tekrar karşımıza çıkıyor. Emperyalizmin ideologları da; tekelleri, diplomatları, askerleri gibi, bu kadar açık gerçeklerin üstünü örtecek sisi bugünkü devasa medya aygıtıyla bile üretemeyeceklerini fark edince, daha inandırıcı olabilecekleri bir fikir ortaya attılar: "Barış, demokrasi, refah, insan hakları elbette ki idealimizdir, ama bunları engelleyen şer güçleri alt edemezsek; bütün bu insanlık değerlerini yaşatamayız; hatta uygarlığımızın ayakta kalması bile olanaksızdır" tezini ileri sürdüler.
Peki nedir bunun anlamı, denildiğinde de şu yanıtı veriyorlar: "Bir medeniyetler savaşı dönemindeyiz. İnsanlığın ulaştığı en ileri değerleri temsil eden batı uygarlığı öteki geri, ilkel, barbar uygarlıklar tarafından tehdit edilmektedir!" Amerika'da Bush kliğinin başını çektiği Evangelist Hıristiyanlık, kendisini Avrupa'da "muhafazakarlık", "Hıristiyan demokratlık" olarak göstermekte, bunların İslam dünyasındaki işbirlikçileri de "ılımlı İslamcılık" olarak adlandırılmaktadır.
Batının emperyalist ülkelerinde kültürden eğitime, sosyal yaşamdan bilime kadar her alanda bir Hıristiyanlaşma, Hıristiyan dogmasının etkisinin artırılması, emperyalizmin; insanlığı yeni bir Ortaçağ demekte sakınca olmayacak bir karanlığa doğru itmekte olduğunun işareti mahiyetindedir. Bugün Amerika'dan Avrupa'ya, Hatta İslam dünyasına kadar uzanan, "yeni muhafazakar" adı verilen akımın Hıristiyan partiler, Ilımlı İslamcı partiler üstünden devlet iktidarını ve devasa medya gücünü de kullanarak, amaçlarına etkili bir biçimde yürümektedirler. Bu yüzdendir ki, "Yeni muhafazakarlık; asılında emperyalizmin yeni ideolojisi" olarak biçimlenmektedir.
Bush'un ikinci dönemi, bu "Yeni Ortaçağ" döneminin en gerici ve en saldırgan yönlerinin ortaya konacağı bir dönem olma işaretlerini vermektedir.
 Kaynak:
1-      Vikipedi.       
2-      William H. McNeill, "Dünya Tarihi", İmge Y., 1994 (Can Dündar.com)
3-       Ortaçağ Aydınlığı", Doğu Batı dergisi, s. 22) (Can Dündar.com)
 

10 Şubat 2014 Pazartesi

Ustalardan ortaya karışık yakma sanatından örnekler devam..









Şeyh Mahmud Samini (k.s)


 
Mahmud Samini Hazretleri’nin Mubarek Cedleri
Samini Hazretleri’nin Mardin vilayetinin Derik kazasında olan yüce cedlerinden mubarek isimli büyüğü Piri Hattap’tır. Mübarek kabirleri halen Derik kazasının Şeyhan konağı yakınlarında ziyaretgahtır. Mardin vilayetinin Derik kazasında yerleşmiş olan Molla Yusuf Efendi Hazretleri oldukça uzun bir süre önce Palu kazasının Hun(Beyhan) köyüne gelmiş ve orada yerleşmiş. Halen bu muhterem zatın mubarek türbesi Beyhani köyünde ve insanlar tarafından ziyaretgahtır.
Samini Hazretleri’nin muhterem babası Hacı Ahmet Efendi Palu’ya gelmiş ve Çarşıbaşı mahallesinde, hamamın arkasında, kuzey tarafında bir ev alarak orada oturmağa başlamıştır. Çocukları da orada doğmuştur. Vefatında Samini Hazretleri’nin türbe-i saadetinin kuzey kısmında olan tepenin alt kısmına defnedilmiştir. Cenab-ı Hakk Rahmet buyursun (Amin).
Samini Hazretleri Hazreti Hüseyin’in torunlarındandır. Hacı Ahmet Efendi’nin oğludur. Rumi tarih olarak 1230(miladi:1804) tarihinde doğmuş, 1315(miladi:1889) tarihinde vefat etmiştir. Mubarek türbeleri Murat Nehri kıyısındadır. Babası Hacı Ahmet Efendi iki defa evlenmiştir. İlk hanımı Zeve halkından aslen Erzurum’lu olup, Palu’da Zeve mahallesinde sakin Murozâde Kasım Ağa’nın bacısıdır. Samini Hazretleri bu hanımdan doğmuştur. İkinci hanımı ise Hun(Beyhani) köyündendir. Bu hanımından da Mustafa Efendi ile Yasin Efendi doğmuşlardır. Mustafa Efendi ile Yasin Efendi Samini Hazretleri’nden küçüktürler.
SAMİNİ HAZRETLERİ’NİN EVLATLARI VE HANIMLARI
Beyhani Köylü Fatma Hanım: Samini Hazretleri’nin evlatlarının tümü bu hanımdan doğmuşlardır.
Arif Ağanın bacısı Hanife Hanım: İkinci hanımıdır. Çocuğu yoktur.
Diyarbakırlı Kudret Hanım: Üçüncü Hanımıdır. Diyarbakırlı Abdulcelil Efendi’nin dul bacısıdır.Eski kocasından olan bir erkek çocuğunu beraber gelirken getirmiş. Samini Hazretleri beslemiş, büyütmüş ve çok da severmiş.
EVLATLARI:
OĞLU SÜLEYMAN EFENDİ
Elazığlı Lokman Efendi’nin kızı Maide Hanım ile evlenmiş çocuğu yoktur.
OĞLU YUSUF EFENDİ
Samini Hazretleri’nin kardeşi Mustafa Efendi’nin kızı Asiye Hanım ile nişanlanmış, evlenmeden damdan düşerek vefat etmiştir.
OĞLU ABDÜLMECİT EFENDİ
Samini Hazretleri’nin kardeşi Mustafa Efendinin kızı Asiye Hanım ile evlenmiş ve muhterem büyük veli Sadettin Efendi Hazretleri bu hanımdan doğmuştur etmiştir.
KIZI HATUN HANIM
Bekâr vefat etmiştir.
KIZI İMOŞ HANIM
Mühürdar zadelere gelin gitmiştir.
KIZI MİSLİ HANIM
Aşağı Mahalle halkından Abdullah Bey’lere gelin gitmiştir.
Mahmud Samini Hazretleri’nin Tarikata Girişi
Mahmud Samini Hazretleri oniki yaşında gayet yakışıklı ve göz dolduran birgenç iken Palu eşrafından Şevki Efendi isimli bir kişinin kendisine çok ağır bir hakaretinden dolayı, meydandaki çay kıyısındaki kayalıkta Şevki Efendi’yi hançerliyor.Dayısının isteği üzerine bir müddet Erzurum’da kaldıkdan sonra tekrar Palu’ya geliyor.
Bir süre sonra Samini Hazretleri tarikata girmeyi kast ederek, dayısına diyor ki; Benim yapacağım bir iş var. Dayısı bu durumu pek önemsemediği için Samini Hazretleri de izah etmiyor. Yapacağı iş tarikata intisaptır. Bu cümleden olarak bir gün Şeyh Ali Septi Hazretleri’nin huzuruna giderek, efendi başımdan büyük bir hadise geçtiği malumi alinizdir. Bunun manevi telafisi ancak Tarikat-ı Nakşiyye’ye girmekle mümkün olacağına inanıyorum. Bana ders vermen için huzurlarına geldim. Şeyh Ali Septi Hazretleri de Samini Hazretleri’ne baştan ayağa bir defa bakmış, buyurmuş ki; Mahmut biz seni zikirsiz, fikirsiz bu tarikata kabul ettik.
Bir gün Şeyh Ali Septi Hazretleri bulunmadığı bir sırada Samini Hazretleri orada bulunan arkadaşlarına diyor ki: efendi bana zikir vermedi, siz Tarik-i Hakk’a dair bir kitap verin, hiç olmazsa okuyup bununla meşgul olayım. Arkadaşları kendisine bir hadis-i şerif kitabı veriyorlar. Kitabı eline alıyor, daha okumadan arkadaşlarına diyor ki; benim bu kitaptan anladığım, insanın Cenab-ı Hakk’ın huzurunda bulunmuş gibi hareket etmesi lazım. Arkadaşları O’na kızarlar ve derler ki: Mahmut sen dün geldin, bugün başımıza iş çıkarttın, böyle olmaz. İnsan her zaman Cenab-ı Hakk’ın huzurunda bulunmuş gibi hareket edemez. Bu işi Şeyh Ali Septi Hazretleri’ne kadar intikal ettirmişler. Şeyh Ali Septi Hazretleri de buyurmuş ki; “Mahmut söz senindir. Huzur daimidir”.
Yine bir gün Samini Hazretleri, Şeyh Ali Septi Hazretleri’nin evinde iken, Samini Hazretleri Ruhul Beyan tefsirini okuyor, Şeyh Ali Septi Hazretleri de şerh ve izah ediyor. Orada bir mühim mesele naklediliyor. Mesele şu: Cüneyd-i Bağdad-i Hazretleri’nin devri saadetlerinde, ilm-i ahkamın zirvesine çıkmış onaltı alim, Cüneyd-i Bağdad-i Hazretleri’ne gelerek derler ki; biz ilm-i ahkamı ikmal etmişiz. Geldik ki bize ilm-i esrarı öğretesin. Cüneydi Babğdad-i Hazretleri bunların her birini ayrı ayrı hücrelere koyuyor, haftada bir sefer gidip soruyor; siz en fazla neyi seviyorsunuz? Onlar da çeşitli şeyler söylüyorlar. “Olmamışsınız” diyor. Bu hal kırk gün devam ediyor ve kırkıncı gün gittiğinde diyorlar ki; biz şimdi Allah’dan başka bir şeyi sevmiyoruz. Cüneydi Bağdad-i Hazretleri buyuruyor ki; şimdi işiniz tamam, icazetnamenizi vereyim. İcazetnamelerini alıp gidiyorlar. Bu hal okunurken Samini Hazretleri göz ucu ile Şeyh Ali Septi Hazretleri’ne bakıyor ve ima ederek demek istiyor ki; Cüneydi Bağdad-i Hazretleri kırk günde onaltı evliya yetiştirdi, sen halen beni yetiştirmedin. Bu durumu anlayan Şeyh Ali Septi Hazretleri buyuruyor ki; Mahmut biz nerde Cüneyt nerde. Cüneyt çok büyük adam. Şeyh Ali Septi Hazretleri çok büyük zattır. Bu olay onun ne kadar tevezu sahibi olduğunun delilidir. Emsali pek enderdir. Manen biliyor ki Samini Hazretleri’nin kemale ermesi Mevlana Halid-i Bağdad-i Hazretleri tarafından olacaktır.
Bir gün Samini Hazretleri’nin Çarşıbaşı’ndaki evine bir gece alem-i manada, Resul-u Ekrem (S.A.V.), Hazreti Ebubekir (R.A.)ve Mevlana Halit Hazretleri manen teşrif ediyorlar. Bir müddet sohbet ettikten sonra Resulullah Hazretleri buyuruyor ki; Halit kalk Mahmut’un işini gör!. Samini Hazretleri’nin odasında bir dolap varmış, Mevlana Halit Hazretleri dolabı açar, dolabın içinde bulunan tozlu bir taçın tozunu sildikten sonra, Samini Hazretleri’nin başına kor. Biraz daha sohbet devam ederler ve yine Resul-i Ekrem emreder; Halit kalk Mahmud’un işini gör!. Bu defa Mevlana Halit Hazretleri kendi göğsü ile Samini Hazretleri’nin göğsünü açar, iki göğüs birbirine dayatılır. Darı taneleri gibi bir çok nur kendi göğsünden, Samini Hazretleri’nin göğsüne akar. Yine sohbet devam ederken;Hz. Muhammet Mustafa (S.A.V.) bu kerre de şöyle emreder; Halit kalk Mahmud’un işini tam gör! Mahmut temiz ve pak tabiatlıdır. Az şeylerle doymaz. Mevlana Halit Hazretleri iki mektup çıkarıp der ki; Bu mektupların birisi Allah tarafından ilham edilmiş, diğeri de Peygamberimiz Muhammed Mustafa (S.A.V.) tarafından verilmiştir. Ben bu işe bu iki mektup ile memur olmuştum, ikisini de sana devrettim.Sonra her üçü de kalkıp giderler. Sabahleyin Şeyh Ali Septi Hazretleri, Samini Hazretleri’ni çağırtır buyurur ki; Mahmut nimetin mübarek olsun. Sana ihsan olan bana olmadı, senin üzerinde benim yapacağım bir iş kalmadı. Gel ki icazetini yazıp vereyim. Şeyh Ali Septi Hazretleri, Samini Hazretleri’nin icazetnamesini doldurup veriyor.
Not: Samini demek sekizinci demektir. Arapçada tarikatın müceddidliğinde sekizinci imamdır. Samini Hazretleri, tarikatta imamın vazifesi olan, dinin ve nakşi tarikatının bozulmuş yerlerini imar etmekle vazifelidir.
Samini Hazretleri kendisi bizzat buyurmuş ki; Kendisinin halen mubarek kabirlerinin bulunduğu meydan da her velinin bir bahçesi var ve alemi manada her veli kendi bahçesini suluyordu. Gizli bir ses bana seslendi: “Kalk Mahmut sende bahçeni sula”. Bende kalktım kovaları alıp nehire indim, kenardan doldurmak istedim. O ses yine seslenerek: “Suyun ortasına git” dedi. Suyun ortasına gittim, kovalarımı dolduracağım sırada, o ses yine seslendi: “Mahmut suyun başına git”, “Murat Nehrinin başına gittim gördüm ki, Murat’ın suyu bir güvercinin ağzından akıyor. Kovalarımı buradan doldurmak istedim; o ses yine seslendi, buyurdu ki: “Mahmut sen güvercin ol, o su senin ağzından aksın”. Ben o güvercin oldum o su benim ağzımdan aktı, ister inansınlar ister inanmasınlar”.
Not:Osman Bedreddin Erzurumî Hazretleri(İmama Efendi Hazretleri) buyuruyor ki; “Bu efendimiz Mahmud Samini Hazretleri’nin mücedditliğinin delilidir.”
Yeri gelmiş iken Samini Hazretleri’nin bir emrini buraya aktarıyoum, şöyle buyuruyor: “Her veli kendisini Allah-u Teala Hazretleri’ne ibadını seyt eylemekte bir şeye teşbih eylediklerinden, biz de bir ankebut (örümcek) gibiyiz ki, talibi hak nezdimize gelen ibad’ın kalbini boşaltıp, huzurullah ve marifetullah ve ehlakullah ile tahliy ve ibadullahi huzurullahı sevdirmeye ve bu huzur sırrı ile visali mevlaya eriştirmeye vesile oluruz”. (Samini Hazretleri)
Samini Hazretleri, ehl-i tarık olup, Samini Hazretleri’nin kolundan olanlara şöyle buyuruyor :
“Tarikimizin hasili, ehl-i sünnet mezhebine mütabik, akideyi iltizam, sünnet-i seniyyey-i Ahmediye’ye tabi ve kalbi masivadan pak eyleyüp, maksudi hakikiye ikbal eylemektir. Evamiri(emirleri) ciddiyetle tutup, menahi (Men edilmiş şeyler)yi terkle tenbih eylerim. Bir kimse şeriat ile amil olmazsa, tarikata yol bulamaz. Tarikat ile amil olmazsa, hakikata yol bulamaz. Bu dereceyi sülaseyi cem eylemeye marifeti kamil lazım. Marifet resail mütelaa ile ele girmez. ( SAMİNİ HAZRETLERİ )
Şeyh Ali Septi Hazretleri buyurmuşlar ki; alemi manada çok büyük bir taşın altına düştüm, hangi müridimi çağırdımsa gelmedi. Mahmut gelip taşı benim üzerimden attı, kurtuldum”.
Şeyh Ali Septi Hazretleri yine bir gün cemaata buyurarak; Fatiha-ı Şerif’i yarısına kadar layıkıyla dinleyen velidir. Mahmut Fatiha-ı Şerif’in tamamını dinliyor.
Samini Hazretleri Ali Sebdi Hazret-leri'nden icazetini alınca bir süre evine kapanarak dışarı çıkmaz. Devamlı ibadet ve taatla meşgul olur. Onun Ali Sebdi Hazretleri'nin yanına gelmediğini gören bazı müritler hemen dedikoduya başlarlar. "Bak icazeti alınca şeyhini unuttu." kimi de: "Demek ki Mahmut Samini şeyhini icazet alana kadar sevmiş", "Mahmut Samini daha şeyhini tanımıyor. Ali Sebdi Hazretleri'nin bana vereceği bir şeyi yok diyormuş." diye dedikodu yaparlar. Bu dedikodulara Ali Sebdi Hazretleri'nin hanımı da katılır. şeyh Ali Sebdi Hazretleri bunları duyar ama aldırmaz. Bir gün hanımı Ali Sebdi Hazretleri'nin yanına gelerek: "Samini seni tanımıyormuş." deyince Ali Sebdi Hazretleri bakar ki dedikodu oldukça büyümüştür. Bunun üzerine müritlerinden Salih'i çağırarak: "Git Samini'nin sarığını sök, boynuna dola çarşının ortasından çekerek getir." der. Ali Sebdi Hazretleri'nin müridi söyleneni yapmak için Samini Hazretleri'nin evine gider. "Efendi seni istiyor" der. Samini Hazretleri hazırlanarak dışarı çıkar: "Efendi beni nasıl istiyor" der. Derviş Salih: "Efendi dedi ki sarığını sök, boynuna dola ve çekerek getir." Samini Hazretleri; "Efendi nasıl istiyorsa öyle yap" der. Derviş Salih sarığı söker, Samini Hazretleri'nin boynuna dolayarak ara sokaklardan çekip götürmek ister. Samini Hazretleri bunu anlayınca birden durur: "Efendi beni nereden götürmeni istedi?" der. çarşıdan  der ohalde dediğini yap öyle götür der ve gider.Ali spti hz. onu  . Hun Köyü'nden alarak Palu'ya getirir, Ali Sebdi Hazretleri ona: "Ben seni zikirsiz ve fikirsiz kabul ettim." der. Daha henüz çocuklukla gençlik arasında sayılan Mahmut Samini Hazretleri şeyhine hizmet etmekten büyük bir zevk alır. Bazı kaynaklar Ali Sebdi Hazret-leri'nin ona akşam yemeklerinde armut yedirdiğini söylerler. Ali Sebdi Hazretleri çok sayıdaki müritlerinin içinden en çok Samini'ye ilgi göstermiştir. Ondaki ışığı Hun Köyü'ndeki ziyafette keşfeder. Mahmut Samini Hazretle-ri'nin Evlad-ı Resul zincirinden olduğunu iddia ederler. Bir rivayete göre, Mahmut Samini Hazretleri'nin dedesinin Diyarbakır'ın Derik ilçesi'nden gelerek Hun Köyü'ne yerleştiği söylenmektedir.
Mahmut Samini, şeyhi Ali Sebdi Hazretleri'ne bağlılıkta en ufak bir kusur etmemiş, kısa zamanda Ali Sebdi Hazretleri'nin en yakın müridi olrnuştur. şeyhle Samini arasındaki bu yakın diyalog, diğer müritler arasında ki kıskançlığa neden olur. Ali Sebdi Hazretleri bunu sezer ama, çoğu zaman bilmezlikten gelir. Mahmut Samini şeyhine olan bu bağlılığı yüzünden kısa zamanda derecesini artırır. Kur'an-ı hıfz ederek dini bilgisini de geliş tirir. Onu en çok kıskanan müritlerden birisi Melekanlı Abdullah'tır. Ali' Sebdi Hazretleri, Mahmut Samini ve Melekanl'nın evde yanlız bulunduğu bir sırada, Samini'yi yanına çağırarak: "Mahmud" der, "Yağmur yağacağa benziyor, şu damı çık da biraz loğla." Samini dama çıkar. Bir süre sonra damdan loğ sesi gelmeye başlayı nca, Ali Sebdi Hazretleri, Melekanlıya seslenir: "Hele çık bak Samini damı loğluyor mu?" Melekanlı bir tavana bakar bir de Ali Sebdi Hazretleri'ne: "Efendi, ses geliyor." der. Ali Sebdi Hazretleri: "Ben de sesi duyuyorum, sen yine de çık bir bak nasıl loğluyor?" der. Melekanlı dama çıktığı zaman hayrette kalır. Mahmut Samini damın bir ucunda oturmuş, şehadet parmağı ile loğu bir oyana, bir buyana yönlendirerek damı loğlamaktadır. Loğun kendi başına gidip geldiğini gören Melakanlı gerisin geri Ali Sebdi Hazretleri'nin yanına gelir. Daha ağzını açmadan şeyhi: "Gördün mü Melakanlı?" der. Melekanlı biraz mahcup bir şekilde, "Evet" der. Ali Sebdi Hazretleri devam ederek: "Sen de öyle dam loğlayabilir misin?" Melekanlı: "Loğ layamam Efendi." der. Ali Sebdi Hazretleri; "Peki, Samini'yi niçin sevdiğimi şimdi anladınız mı? Bir daha Samini'yi kıskanmayın." der.
Tarikatta her şeyin sadece dini bilgilerle olamayacağını her mürit ne yazık kî anlayamaz. şeyhe bağlılığın ve ona güvenin çok önemli olduğunu müritlerin bilmesi gerekir. Makamların aşılmasında bu çok önemlidir.
Samini Hazretleri kısa zamanda şeyhi Ali Sebdi Hazretleri'nden icazetini alarak inzivaya çekilir. şeyhi ona icazetini verirken: "Tuttuğun yol zor, Allah muvafak etsin." diyerek duada bulunmuştur.
Kışın Palu'da, yazın Murat'ın karşısındaki Palu bahçelerinde kalan Mahmut Samini, şeyhinin ölümüne kadar irşad görevine başlamamıştır. Rivayete göre: Samini" sıfatını icazetten sonra almıştır. şeyh Ali Sebdi Hazretleri vefat edince, Palu bahçelerindeki evinin yanma minareli bir mescit yaptırır. Burada vakit namazları nı hem cemaatle eda eder, hem de mescide gelen bu cemaate vaaz verirdi. Bir süre sonra kışın Palu'ya göçmeyerek burada kalır. Onun derin bilgisi ve tasavvufi düşüncesi sayesinde çok sayıda insan ona yürekten bağlanır. şeyhi Ali Sebdi Hazretleri gibi oda kendinden sonra değerli halifeler yetiştirir. Bunlardan bazıları: Hafız Osman Bedrettin (îmam Efendi), Mustafa Naci Efendi, Mîyadinli Mehmet Efendi gibi mutasavvuflardır. Bunların içinde imam Efendi lakabıyla ünlü, Hafız Osman Bedrettin Hazretleri nin ona intisabı oldukça ilginçtir. Hafız Osman Bedrettin Hazretleri'nin (imam Efendinin) Erzurum'dan gelerek şeyh Mahmut Samini Hazretlerine teslim olması çok zor olur. Çünkü imam Efendi Erzurum'un değerli hoca ve mutasavvuflarından dersler almış, zahiri ve batini ilimlerde kendini çok iyi yetiştirmiştir. Aynı zamanda hafız olan imam Efendi, dini ve tasavvufi gelişmesini babası Selman-ı Sükuti den sonra Ahmet Merami gibi değerli bir hocadan almıştı. O, Palu'ya geldiğinde epeyce doludur, îlk defa gördüğü Mahmut Samini Hazretleri'ne kolayca teslim olmamış, Mahmut Samini Hazretleri ise imam Efendi'nin içinden geçenleri bildiği için ona birçok kerametler göstermek zorunda kalmıştır. Mesela Palu'ya ilk geldiği günlerden birinde imam Efendi'ye "Hafız, misafirlik üç gün olur, seninki üç günü geçti. Bahçeye inde şu havuzun suyunu sal ve sebzelere su ver." der, îmam Efendi tereddüt etmeden bahçeye iner, havuzu salarak sebzeleri sulamaya başlar. Bir süre sonra havuzdaki su biter ama, bakar ki sebzelerin yarısı sulanmamıştır. Doğru Samini Hazretleri'nin yanına koşar: "Efendi" der "Havuzun suyu bitti. Sebzelerin yarısı ise sulanmadı." Samini Hazretleri tebessüm eder, "Hafız sen, ne diyorsun, o havuzdaki su sebzelerin tamamını suluyordu. Senin bir yanlışlığın var. Su bitmemiştir git bir bak." deyince, imam Efendi itiraz etmeden gerisin geri bahçeye iner, bakar ki havuz ağzına kadar suyla doludur. Aradan bir gün daha geçer, Şeyh Samini Hazretleri bu sefer de imam Efendi'ye: "Git biraz bahçeden sebze topla getir ki yemek yapsınlar." der. imam Efendi Şeyhi Samini Hazretleri'ne dönerek: "Efendi sebzeleri dün suladım. Daha çiçekteler." deyince, Samini Hazretleri: "Sen yine de git bir bak." der. imam Efendi bahçeye inip bakar ki ne görsün, dallarında taze taze patlıcanlar, domatesler durmuyor mu?
işte imam Efendi'nin Samini'ye bağlılığı bundan sonra başlar. Bu bağlılık şüphesiz Samini'nin büyük mutasavvıf oluşundan ileri gelir. Gelişen olaylara bakılırsa, imam Efendi onu önce kafasında düşündüğü çerçeveye oturtamamış, bu sebeple bir süre tereddüt geçirmiştir. Çünkü Samini Hazretleri çağın bilinen tarikat şeyhlerinden farklıdır. Alçak gönüllülüğü, hitabeti, hoşgörüsü ile dikkat çeker. Görünüş itibari ile kara kuru, dişleri dökük tütün içen biridir. O, en büyük feyzini şeyh Ali Sebdi Hazretlerinden almıştır. Bu değerli zat Palu'da vefat ederken yanından hiç ayrılmayan ilk halifesi Mustafa Naci Efendi yine başucundadır. 1895 yılında ebedi aleme göç eden Mahmut Samini Hazretleri eski Palu mezarlığına defnedilir. Ona hayatı boyunca sadakat gösteren Mustafa Naci Efendi ise, onun ölümü üzerine kendini büyük bir boşlukta hisseder. Samini Hazretleri'nin yıllarca sırdaşı, gönül dostu olmuş, ona hizmet etmeyi tek gaye edinmiş bu zat, daha sonra imam Efendi'nin yanına gelerek bu boşluğu doldurmaya çalışır.
Şeyh Samini Hazretleri ömrü boyunca yanma gelenlerin hepsine manevi değeri büyük olan nasihatlarda bulunmuştur. Onlara içlerinden dünya sevgisini çıkarmayı öğütlemiş, insanlara Allah sevgisiyle yaklaşmaları m söylemiştir. O, ömrünü hep manevi âlem için harcamış, hep iyilikten, güzellikten yana olmuştur. Halifesi olan Osman Bedrettin Hazretleri'ne (imam Efendi'ye): "Hafız, ne söylersen söyle, hep kitaptan konuş. Bunda iki faide vardır:
1- Sen aradan çıkmış olursun, böylece kendine gurur da gelmez.
2- Birisi itiraz ederse başkasının sözü olduğu için nefsin araya girmez. Bu suretle hiddet ve can sıkıntısına düşmezsin." diyerek Önemli nasihatlar yapmıştır. Yine halifelerine öğütler verirken; "Tasavvufta yol arı  kovanına benzer. Arı gibi bal yapmak, karınca gibi kanaatkar olmak lâzımdır. Bal yapma idrakine eriştiğinde ise, bu şifalı baldan Müslüman kardeşlerine tattırmak şarttır. Dünyanın yaratılışında büyük hikmetler vardır. Veliler iğnenin ufacık deliğinden Hindistanı seyrederler. Bu hâl ise âlem-i misalin altında bir hâldir. Alem-i misal bunun üstündedir. Resül-u Ekrem Efendimiz'den nurlarını alır ve ondan sonra vahdet sarayının ezeli ve ebedi varlığında erirler." diyerek insanlara hizmeti ve Allah aşkını ön plâna çıkarmıştır. Hem cemaatini, hem gelecek nesilleri sahte şeyhlere karşı uyarmış: "Bir şeyhte üç şeye dikkat ediniz." diyerek bunları şöyle sıralamıştır:
1- Kendine dünyalık verildiğinde hoşuna gidiyor mu?
2- Sünnetlere amel ediyor ve onlara uyuyor mu?

3- En çok neyi seviyor? Dünyadan konuşulduğunda hoşlanıyorsa ondan uzak durun."
İmam Efendi şeyhi Mahmut Samini Hazretleri için şunları söylüyor: "Biz on sekiz sene yüksek huzurlarına gittik, geldik. Kendinde bir büyüklük duygusu katiyen görmedik. O, hiçbir zaman kendini şeyh saymadı. Buna rağmen pek heybetli ve azametli görünürdü. Bazen derdi ki: "Dünyanın ne kadar harap olduğunu benden anlayın. Bir zaman şeyh Ali Efendi gibi bir zatı muhterem bu halkı irşad ederdi. şimdi ise biz bu halka söz söylüyoruz. Heyhat !.."
Evet, O: îmam Efendi, Miyadınlı Mehmet Efendi ve Mustafa Naci Efendi gibi büyük zatlara emanetini verirken, gelecek nesillere de çok büyük mesajlar iletmiştir..
Samini Hazretleri ile ilgili bazı rivayetler şunlardır:
imam Efendi Diyarbakır'da askerlik görevini yaparken bir mürşit aramaktadır. Bir tavsiye üzerine Palu'da bulunan büyük Nakşi mutasavvıfı şeyh Mahmut Samini Hazretleri'ni ziyarete gelir. Onun geleceğini Samini Hazretleri Önceden rüyasında görmüştür. Yanında bulunan sadık bir müridi olan Mustafa Naci Efendi de imam efendi'nin geleceğini rüyasında görmüştü.
Samini Hazretlerinin gördüğü rüya şöyle idi: Murat suyundan ark açarak bostan tarlası yapmaktadır. Tam o sırada bir yabancı kendilerinden biraz yukarda su kanalı açarak oda bostan tarlası yapmak ister. Samini Hazretleri: "Sen arkı yukarıda açmışsın sofu, bize doğru yaklaş ve arkını buradan aç." der. Bunun üzerine yabancı biraz naz eder ama, inerek arkı aşağıya açar ve Samini Hazretleri o arka da su bağlar. Samini Hazretleri gördüğü bu rüyayı şöyle yorumlar: "Mustafa, bu gün bize bir misafir gelecek. O gelen misafir bize teslim olmakta direnecektir. Arkı aşağıdan açmasının yorumu ise o zatın sonunda bize teslim olacağını gösterir." der. Hakikaten o gün gelen misafir imam Efendi'dir. Ve onun Samini Hazretleri'ne teslim olması oldukça güç olur.
Mahmut Samini Hazretleri'nin, Seydili Köyü'nde sadık bir müridi vardır. Her cuma mutlaka şeyhinin mescidine gelip cumayı şeyhinin arkasında kılarmış. Bir cuma günü yine şeyhine gelmeye niyetlenmiş. Her nasılsa biraz geç kalmış. (Seydili Köyü Murat Neh-ri'nin karşı yakasında olduğu için çok aşağıdaki köprüden geçmesi gerekiyormuş. Daha suyun karşısında iken ezan okunmaya başlamış. Bakmış köprüye daha epeyce bir mesafe var. "Eyvah," demiş: "Ne cami kaldı ne cuma. şimdi ben ne yapacağım!" diyerek eşeğini Murat nehrine doğru sürerken, "Ya Samini yetiş" diye seslenmiş. O anda sanki biri kendisini bir iple çekerek karşı kıyıya çıkarır. Hemen koşarak abdestini alır ve cuma namazına yetişir. Yine şeyhinin arkasında cuma namazını eda eder. Cemaat dağılırken Mahmut Samini Hazretleri Seydili Köyü'nden gelen müridine, "Sofu, sen hele biraz kal der. Herkes dağıldıktan sonra Samini Hazretleri: "Sofu bir daha geç kalma, benim işim gücüm yok da seninle mi uğraşacağım?" der.
Yine bir gün müritlerinden birinin çocuğu Mahmut Samini Hazretleri'nin evine gelir. "Efendi, babam çok hasta, bana şeyhimde üzüm varsa biraz getir dedi." Samini Hazretleri biraz düşünür, sonra Mustafa Naci Efendi'ye: "Mustafa, bir sepet al bana in, en alt köşedeki tevekten sepete üzüm koy getir ki çocuğa verelim." der. Mevsim kış olmasına rağmen Mustafa Naci Efendi tereddüt etmeden sepeti alır ve bağa iner. şeyhinin söylediği teveke gelir bakar ki, tevek karlarla kaplı: tevetin üzerindeki karları temizler. Bir de ne görsün, dallarında salkım salkım taze üzümler durmakta. Sepeti doldurup döner. Mahmut Samini Hazretleri üzümü çocuğa verdikten sonra: "Oğlum, babana selamımı söyle, yanna iyileşip yanıma gelecek." der. Çocuk gittikten sonra Mustafa Naci Efendi tekrar bağa iner. Niyeti biraz daha üzüm toplayıp müritlere ücram çimektir. Tevekin başına geldiğinde şaşırıp kalır. Biraz önce üzüm topladığı tevekte üzüm kalmamıştır. Bu teveke işaret koyar. Bu gün, o bağ kuruyup geçtiği halde üzüm topladığı o tevek halen üzüm vermektedir.  
  
Sâminî hazretlerinin Hâfız Osman Bedreddîn hazretlerine nasîhatlerinden bâzıları:

"Hâfız! Bir çocuk tahsîl çağına geldiği zaman, okuyup yazmaya nasıl harfleri öğrenmekle başlarsa, Hakk'a ermek de tavsiye edeceğim şu hususlara uymakla gerçekleşir:

1) Allahü teâlâyı tanımak, 2) Muhabbetullah (Allahü teâlâya muhabbet), 3) Gönlü toplamak, 4) Teslîmiyet, 5) Nefsin arzularına uymamak, 6) Bu yolda gayret göstermek, 7) Kesrette vahdet. Halk içinde Hak ile olmak, 8 ) Çok salevât okumak, 9) Kelime-i tevhîdi çok söylemek, 10) Az yemek, 11) Temiz giyinmek, 12) Halka faydalı olmak, 13) Mütehallik, güzel ahlâk sâhibi olmak, 14) Mürşide, yol göstericiye, hocaya itâat, 15) Arkadaşlarına şefkat, sevgi, 16) Âleme ibret nazarı ile bakmak, 17) Vaktin kıymetini bilmek, 18) Hükûmete itâat, 19) Hasedden ârî, uzak olmak, 20) Kimseye buğz ve düşmanlık etmemek, 21) Komşu hakkını ileri tutmak, 22) Sözünün eri olmak, 23) Kendini tanımak, 24) Dünyâdan lüzumlu kadar nasîb almak, 25) Âhireti unutmamak, 26) Doğruluktan ayrılmamak, 27) Haddi aşmamak, 28) Huzûrla sükûn bulmak. Tasavvufun elifbâsı bunlardır. İnsanlar arasında aşk ateşiyle dolaş, fenalıkları yak, iyilikleri besle. İnsanı insana yaklaştır, Hakk'a ulaştır. Aslâ ilmine güvenme, fadlına kanma. Dünyâya aldanma, nefsine uyma, şeytanı at. Aşk ile yan, şevk ile kalk. Peşinden gelenleri ne olursa olsun iyi gözet, sapıkları düzelt. Huzûra dikkat, her sözün hakîkat, görüşlerin mârifet olsun.

Hâfız! Makâm-ı irşâd yâni insanları yetiştirme makamı bir şimşektir. Çaktığı vakit etrâfını aydınlatır ve düştüğü yeri de yakar. Mârifet; o aydınlığı insanların kararan kalbine nüfûz ettirmek (sokmak) ve kalbleri aydınlatmaktır.